Bugün
eğitim sistemi içerisinde resmi öğretimin yanında resmî olmayan ikinci bir
öğretim
atfolmuştur. “Gölge eğitim” diye adlandırılan bu yapılanma neredeyse
sınavlarda
başarılı olmanın bir koşulu durumuna ge(tiri)lmiştir..Öğrenciler arasında,
dershaneye
gidilmezse sınavlarda başarılı olunamayacağına dair güçlü bir
inanç
oluşturulmuştur.
Bu inanış öğrencilerin
sınavların birkaç yıl öncesinden
başlayarak
dershanelere taşınmasına neden olmaktadır. Bu durum okulda yapılan
eğitimin
anlamsızlaşmasına ve dikkate alınmamasına hatta varlığının sorgulanması
na
neden olmaktadır. Okul sisteminde yer alan ancak üniversiteye giriş sınavındaki
sorularda
kapsanmayan bazı dersler öğrenciler tarafından “gereksiz”, en azından
ertelenebilir
nitelikte görülmektedir.
Öte yandan, derslerin de sınava yönelik
ve
test tekniğine dayalı bir şekilde işlenmesi istenmektedir. Dershanelerin işlevinin
artması
zaman içerisinde lise eğitiminin işlevsizleşmesine, eğitimin giderek kamusal
alanın
ve okulun dışında gerçekleşmesine, bazı siyasi çevrelerin kendi özel
okullarını
kurmaları gibi kendi dershanelerini de kurmalarına yol açmaktadır.
Dershanelerin
fırsat eşitsizliği doğurduğundan ziyade, zaten var olan eşitsizliklerin
dershaneler
yoluyla yeniden üretilmesinden bahsedilebilir. Dershaneler ücretsiz
olmadıkları
için, herkese hizmet sunmamaktadır. Bununla birlikte, yaygın olmaları
ve
özellikle özel okullara ve derslere kıyasla ucuz olmaları, dershaneleri
yoksul ve orta gelirli kesim için bir
umut kapısı kılmaktadır.
Dershaneler
sınav sistemine yönelik bilginin ve sınavda başarılı olmaya dönük
teknik
becerilerin alınıp satıldığı kurumlar olarak karşımıza çıkmaktadır. Bu durum
eğitimi,
herkesin ekonomik gücü oranında satın alabileceği bir ayrıcalığa
dönüştürmekte
ve
parası olanlara yarışmada avantajlı bir konum sağlamaktadır.
Son zamanlarda
yapılmış
bir araştırmaya göre, 4193’e ulaşan dershane sayısı genel lise sayısını geçmiş,
ortaöğretim ve yükseköğretime giriş sınavları için yapılan harcamalar ise
16 milyar TL civarındadır. 1970’lerin sonlarında sayısı
200’den az olan
dershaneler
2008-2009 öğretim yılı itibarıyla 4000’in üzerinde çıkarken sektör inanılmaz
bir ciroya ulaşmıştır. Bu eğitim piyasasında fiyatını ödeyebilenler
bilişsel
kapasitesi ve hazır bulunuşluk düzeyleri birbirine benzeyen az
sayıda
öğrencinin bir araya geldiği sınıflarda özel öğretmenlerden dersler alarak
sınavlara hazırlanmaktadır. Eğitimin veya bilginin bu şekilde dershaneler
aracılığyla
alınıp satılması mevcut eşitsizlikleri de artırmaktadır.
Ayrıca,
dershanelerin öğrencide yaratığı en ağır tahribatlardan biri de eğitim
imgesinin
öğrenci zihnindeki dönüşümüdür. Dershanelerde sınavlara hazırlanan
ve
test tekniğini öğrenen öğrenciler, aynı zamanda eğitimin işlevsel bir şey olduğunu,
meslek kazanmak amacıyla katlanılması gereken zorunlu bir süre olduğunu
ve alınıp satılabileceğini
öğrenmektedir.
Örneğin Dünya Bankasınca
2005 yılında yayınlanan, eğitime ayrılan kaynakların hesaplanmasında dershane ve özel ders gibi etkinlikleri de
içeren bir raporda Türkiye’de
eğitime ayrılan kaynakların millî gelire oranının %7’ye ulaştığı hesaplanmıştır
. MEB bütçesinin 2005 yılında oranının %3,07 olduğu dikkate alındığında halkın
dershanelere ve özel derse ne kadar çok para aktardığı kestirilebilir. 2003
yapılan bir araştırmada, ilk ve ortaöğretimde, devletin
eğitime
harcadığı paranın yaklaşık iki buçuk katını öğrenci velilerinin harcadıkları
saptanmıştır. Ortöğretim ve üniversiteye giriş sınav uygulamalarının tamamı uygulama
öğrencileri çok erken yaşta rekabet etmeye zorlayarak, onlara oyun zamanı bırakmayarak
psikolojilerini ve kişilik gelişimlerini
olumsuz yönde etkilemektedir.
(Kaynak : Anadolu Üniversitesi Türkiye'nin Toplumsal Yapısı Ders Kitabı )